29 Nisan 2009 Çarşamba

tuhaf hisler içindeyim bu aralar… tanımlaması güç hisler…. garip bir öfori halim var… arkası boş… belki arkası hissizlik… ya da uyuşuk bi hislilik…. bilmiyorum… tanımlayamıyorum… arada bir yoklayan titremeler var… hala burada mısın der gibi… tuhaf üşümeler… bi garip serkeşlik… bi garip kaybolmuşluk… bi garip tükenmişlik… bi garip boşluk hissi… hiçbir şey yapmak istemiyorum… yaptığım şeyleri de istemiyorum, sevmiyorum… içim acıyor… sanki ruhum kanıyor… tenime geçirdiğim tırnaklarımın arasından et parçaları topluyorum şimdi… ağlıyorum… her gördüğüme, her duyduğuma, her hissed'ebil'diğime ağlıyorum bu aralar… içim bomboş gibi… sanki içimde kocaman bi kütle vardı, bi gün bilmediğim bi el bana hissettirmeden aldı götürdü onu gibi… yeri boş şimdi… varlık’ını tanımlayamadığım, ama var’lığını bildiğim o şeyin yeri bomboş şimdi… bombok… bombokum şimdi…

28 Nisan 2009 Salı

AŞK???? (bkz. Düşmedim daha, by Umay Umay)

27 Nisan 2009 Pazartesi

sus... ? pus.... ? kus.... !!!

25 Nisan 2009 Cumartesi

belki de Ben'den Bir'e...



Baktığım yerde gördüğüm o değil bazen, bıraktığım yerde sandığım orada değil… yaşam akıp gidiyor, su misali parmaklarımın arasından kayıyor, yitiyor… bazen yetişemediğim duygusuna kapılıyorum… yetiştirmeye çalışırken hep bir şeyleri, belki de kendimi yetiştiremiyorum ben, yetişemiyorum hiç bir şeye, yere, kimseye… bazen aynada gördüğüm ben değil gibi geliyor… başka biri… gözleri uzak, ismi yabancı, duruşu tuhaf biri… bakıyorum gözlerinin içine… buradasın diyorum… buradayım… burada… bura’da… bu’rada… yabancı geliyor sesim… sen ile ben oluyor, ben ile o… korkuyorum… yaşam yabancı… nefes almak tuhaf bi şey… tüylerim ürperiyor… bu bile yabancı… trevenian’ın bi kitabındaki insan akvaryumu geliyor aklıma… akvaryumun içindeki ben miyim geri kalan mı bilmiyorum… alışamıyorum… deniyorum… burası tuhaf bi yer… gözlerimi kapıyorum, dinliyorum… dünya, seni dinliyorum… anlat bana geri kalanı… anlat, nasıl yaşanır burada… yaşamak… nedir yaşamak burada… hissetmek seni… hissetmek ruhunu, analığını… sığınmak belki bir ağacının kovuğuna, ağlamak karanlığından korkarak… düşmek, yuvarlanmak yaratılmış, üretilmiş uçurumlarından… ağlamak için sızlayarak…. her akan damlada yüreğine bir yenisini ekleyerek… ağlarken çığlık atmak isteyerek… ama hissetmeyerek… garip bi uyuşukluk içinde zamanın akmasını umarak… bildiğin ama hatırlamadığın bişeyleri bekleyerek… tanımadığın birini özleyerek… düşerek… saçma olduğu bile bile isyan ederek… kızarak… sonra susarak… çökerek… ağlayarak… düşerek… çökerek… üşüyerek… düşerek… çökerek… bilerek… düşerek… düşerek… yuvarlanarak… bilmediğin bir yerden… derinliğini bilmediğin bir yere… en dibi bulamayarak… düşerek… ama bir türlü erişemeyerek… ağlayarak… çökerek… düşerek… biterek… bitecek… belki de çoktan bitti diyerek… belki diyerek… belki ben’di bi yerlerde… bitti zamanın bir yerinde… belki sevdi, belki ağladı, belki çöktü, belki düştü yuvarlandı, belki küçücüktü, küçücük bi melekti belki de… dünya zamanının anlamadığı bir tarihinde, tanıyamadığı bir yerinde, bilmediği bir dilinde küçücüktü kayboluverdi birdenbire… belki de ben’den bir’e….

Niyet ettim...




Madem öyle, bugün yeni bir yaşam başlasın… yeni bir ‘ben’ ol’sun… yeni iş, yeni onlar, anlar gelsin… sabah gözlerimi açtığımda hissettiğim başka bir şey olsun… aşk olsun… kendime aşk, dünyaya aşk, hayata hakikaten aşk olsun:) zaman artık başka türlü aksın… zamanın kadranlarıyla yarışmasın ruhum… zaman bana uysun, ben hayata… vaktim geldiğinde gideyim, ama gitmeden hallettiğim çok iş olsun… bil’mek nasip olsun… baktığım yerden gördüğüm şey ‘hepsi’ olsun… aşağısı yukarısıyla ‘ben’im tam olsun, dalgalı suda gördüğüm tek yek hep ‘ben’ olsun… korkular ‘yok’ olsun… huzur olsun, güven olsun, hep sevgi olsun, hep kucak olsun… zincirler kırılsın, içeride olan dışarıda olsun… onlar süzülsün… aksın, aksın, aksın… yüreğimden çıkan ses yolunu bulsun, yerine varsın… sağ olsun… var olsun…. sevdiğim seveceğim hep olsun… aynada olan ‘sevdiğim’ olsun… burada’lıktan keyif olsun… doğsun, yeniden ve yeniden doğsun ve yeniden ve yeniden, bi daha doğsun… belki de doğumlara vesile olsun… perdelerde hatırlatılanlar bilgimde olsun… yağsın, aksın, temizlensin…. söylensin… dilde olan O’ndan olsun… yürekte olan O’ndan olsun… O olsun… sade olsun… bi de dediğinden olsun… eğer istiyorsa dolaba yazdığından olsun… gözbebeklerinin gizinde gördüklerim dile gelsin… dil açılsın… söyletilenler söylensin, - için geldiği yere varsın… karanlık bakışlı şehir ile sulh olsun… uzak yakın bir olsun… hayırlı git’meler olsun… temizlensin, arınsın… hafiflesin… kuş olsun, kanadı bulutlara değsin… o sayı nedir bilsin… over the rainbow’da neresi varsa oraya gitsin… blue bird’leri görsün… bi de ora’ya bi daha gitsin, öğrensin…. entre nous olsun;) what if’ler geri dursun… su olsun… aksın, aksın… tılsımını bulsun, öteki ora’ya koysun… nev-i şahsına münhasır?, peki, öyle kalsın:) tez olsun, O’nunla olsun… niyet ettim, OL’sun…. Ve öyledir… AMİN.

hoşça 'kal'?

‘Hoşçakal'! bana bir ayrılık sözü gibi gelir. Söylenenin kalıp, söyleyenin gitmesine gönderirken, söyleyenin söylenene ilişkin iyi dileklerini ve zımni olarak da söylenenin iyi olma durumuna ilişkin kaygılarını barındırır gibi... İşte bu yüzden biriyle görüşmeyi dilerken ona hoşçakal değil, başka şeyler söylemeliyiz sanki...